Search This Blog

Sunday, July 31, 2011

Yalnızlıklarımın temeli

Yalnızlıklarımın temeli

Kardeşlerim...
Benden büyük iki abim var. Sanırım onları seviyorum. Ama beni pek umursamazlar. Küçük olduğum için desem doğru olmaz. Yaş farkımız çok da fazla değil aslında.

Ama küçükken onlarla hep kavga ederdim. Onlar ikisi hep konuşurlar, sohbet ederler ama beni aralarına almazlardı. Ben yokum gibi davranırlardı oysa ben de onlarla birlikte olmak isterdim. Benimle alay ederlerdi; ya saçımla, ya giyimimle ya da; ne bileyim işte, mutlaka bir şey bulurlardı.

En çok dalga geçtikleri şey de konuşmamdı. Büyüklerimin de bazen bu konuda alay konusu olurum. Konuşmam çok hızlıdır. Çoğu kişi anlamaz, hep tekrar etmem gerekir söylediklerimi. Küçükken, ne zaman beni anlamasalar, kızar ve tekrarlamak istesem de sesim hep boğuk ve ağlar gibi bir sesle çıkardı, hiç anlaşılmazdı.

Çocukluğumdan içimde kalan bir şey de; bisiklete binmeyi hala bilmeyişimdir. Abilerim birlirler. Bir gün babam, büyük abime bir bisiklet aldı. Dört tekerlekliydi, çünkü yeni başlıyorlardı ve babam bisikletin arkasından tutarak ona yardım ediyordu. Sonra küçük abim bindi bisiklete sonar büyük abim yeniden ve bana hiç sıra gelmedi.

Ama bekledim. Çünkü çok severdim bisikleti. Bisikletle diğer çocuklara hava atmak istiyordum, ama atamadım işte. Sonra büyüdük ve bir bisiklet daha geldi. Bu sefer daha büyüğü.
Balkonda dururdu hep. Onlar okuldayken; ben çıkıp selesine oturur ve onu sürdüğümü hayal ederdim. Ama boyum da pek yetişmezdi binmeye kalksam.

Bir defa abim, sokakta oynarken, beni cağırdı. Bisikleti bana vereceğini düşünerek nasıl heyecanlandım anlatamam. Koşa koşa gittim (mahallede en hızlı koşan çocuk bendim bu arada). “Al Ali, götür bunu eve” dedi bana. Bunun ne demek olduğunu biliyordum; bisikleti eve götürmek demek, üzerine binmeden, direksiyonundan tutup, sürüklemek demekti. Hoş binmeye kalksam da düşerdim ya.

Bisiklet anısı bu yaşadıklarımın sadece bir tanesi. Bazen okulda bana kardeşlerimle neden yakın olmadığımı soruyorlar. Bu soruya cevap veremem ve susmayı tercih ederim çoğu zaman. Aslında bunun nedeninin, abilerimin beni yanlarına alıp, benimle arkadaşlık etmedikleri olduğunu söylemek isterim ama söyleyemem.

Çocuklar kiminle oynarlar? Abileriyle ya da arkadaslarıyla. Benim arkadaşım olmadı hiç. Sarı bir oyuncak ayım vardı ve hep onunla konuşurdum. Abim gelince kizardı bana, neden oyuncakla oynuyorsun, diye. “Kız mısın oğlum sen?” derdi bana.

Sonra bir gün o ayıcığı kaybettim. Annemin başının etini yemişlerdi belli ki; saklamıştı onu. Geçenlerde onu buldum ve öyle sevindim ki…

Peki, sevmez miydi beni en büyük abim? Tabii severdi. Sokakta birinin sataştığını görse (o görmese ben asla seslenmezdim) gelip beni korurdu. Bu sayede benim onun kardeşi olduğumu bilirler ve bir daha asla sataşmazlardı. Böyle korurdu beni, severdi de aslında; bunu hissediyordum.

Ama keşke bana daha yakın olsaydı, gerçekten abilik yapsaydı; o zaman bu kadar yalnız hissetmezdim kendimi.

Saturday, July 30, 2011

Ama Ben Onları Çok seviyorum...

Benim hayatım şu şekilde ikiye bölündü: Kediden önceki ve kediden sonraki hayat.
Bazen kediden onceki zamanlarda yazdıklarımı da okutacağım size ki; kedinin beni nasıl değiştirdiğini göresiniz. Kedi bana bir site önermişti. Eğer önerdiyse iyi bir yerdir dedim ve hemen üye oldum.

Cennet gibi  yerdi. Nasıl da iyi arkadaşlar edindim orada. Bir türlü inanamıyordum. Kendi kimliğimle üye olmuştum oraya. Utanıyordum da. Bir çok şeyi anlamaz ve gülen surat koyarak anlamış gibi yapardım. Çünkü “anlamadım” dediğimde bana gülüyorlardı.

Her kesi konuştukca çok seviyordum. Ya tabi bazen sinir bozucu kişilerle de karşılaşıyordum ama iyi insanların etkisi diğerlerini bastırıyordu. Onları umursamıyordum. Ama fark ediyordum ki; hep erkeklerle arkadaştım. Bir kızla pek arkadaşlık etmezdim.

Ama bir gün, bir melek BIG IN JAPAN adlı şarkıyı yayımladı. Serdem beğenmişti ve bu çocuk beğenmişse iyi bir şeydir , bir bakıyım dedim. Sahiden de harika bir şarkıydı. Yorum yazdım.

Aslısın ile (bu feedi paylaşan kişi) ilk defa orada konuştuk. Abone oldum ona, o da bana abone oldu. Sevindim. Kadın abonelerim vardı ama onlarla pek konuşmuyordum. Ama Aslısın farklı oldu. Mıknatıs gibi çekti beni kendine. Sevdim onu hem de çok, tahmin edilemeyecek kadar.

Böylelikle, hayatımda bir yenilik daha olmuş oldu. Bir kadın, benim yaşama şeklimi bile bile benimle arkadaş olmuştu. Buna pek de aklım yatmıyordu çünkü ben daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim ki. Beni burada da severler tabii ki ama gerçek kimliğimle değil. Beni gerçek kimliğimle seven insanlar bulmuştum, bu site sayesinde. Bunun hep bir ruya olduğunu düşündüm, hala da öyle. Çünkü daha önce hiç yaşamadığım bir şeydi. Ben kim bu kadar sevgi görmek, bu kadar mutlu olmak kimdi?

Aslısın öyle bir insan ki; kelime bulamıyorum, onu anlatmak için. Hangi kelimeyi kullansam onun yanında anlamı kalmayacak ve Aslısın’ı anlatmaya yeterli olmayacak. Balacanımdır o benim. Balacanın da hikayesi şöyle oldu =D

Şimdi ilk defa ben birisine “Abla” diyordum. Aslı’yı da çok seviyorum ya, ona canım ablacım diye hitap etmek istiyorum ya da ablacım. Yazarken çok sakarım ve ona ablacan demek isterken; ikinci harfin yerini değiştirince; “ablacan” yerine “balacan” oldu =) ve fark ettim ki; canımım içi (Aslı) bunu çok sevdi ben de öyle kalsın dedim.

Aslı bazen, beni sevdiğini söylüyor. Buna inanmak istiyorum. Ama içimde bir yerlerde inanamıyorum. Bu sadece Aslı için geçerli değil, oradaki diger arkadaşlar da beni sevdiklerini söylediklerinde; onlara inanamıyorum. Belki inanamadigim şey bunun sahici olmasıdır. Gerçeklere, sahiciliğe pek alisik degilim maalesef. Hep bir maske kullanarak yaşadım.
Hala da maskem var ve bazıları için hep olmaya devam edecek. Bazılarınız, bana ikiyüzlü diyebilirsiniz ama fark etmez. Hakaretlere de alışığım ben.

İnsanlardan tek istediğim, beni anlamaları. Hiç düşünmeden birini kınamak çok kolaydır ve herkes maalesef, hep en kolayına kaçar ya ...
Kolaya kaçmayan ve beni anlayan bu insanları öyle çok seviyorum ki... <3

Friday, July 29, 2011

Aldığım ikinci ilk nefesim


 En baştan başlamak isterim. Kendim olmaya başladığım andan.
Herkes doğar ve bir takım özelliklerle dünyaya gelir. Ama kişiliğini, büyüdükçe şekillendirir, aynı benim gibi. Bende bazı farklılıklar oldu.

Karşıma cıkan insanlar hayatımı öyle bir etkiledi ki ve her şey o kadar çabuk değişti ki; bütün bunlara hala inanamıyorum. Ben herşeyden bıkmış, yorulmuş, usanmış haldeyim. Gözümde hiç bir şey yok ve hiç kimse. Her şeyden nefret ediyorum. Hayallerimden, umutlarımdan, hatta kendimden bile.

Ama hayata aşığım. Böyle yaşamanın ne anlamı var ki? Yani buna yaşamak deniyor sizin dilinizde galiba? Benim dilimde bu ölüme arkadaş kelimerdendir. Ben zaten ölümle arkadaştım, her şeyimle. Göründüğü gibi kelimelerimle bile arkadaştım. İyi arkadaştık. Hatta onun yanına gitmeyi bile düşünüyordum. Onlara taşınmak güzel olurdu değil mi? Ben sadece sakinlik arıyordum. İşte orda bunu bulabilirdim...

 Kafam çok bozuk, aklım yerinde değildi. Hayatı bu kadar sevmeme rağmen bu kadar acı çekmeye katlanamıyordum. Aslına bakarsan acı değildi ki bu. Ben büyütüyordum. En küçük bir şey bile gözümde kocaman oluyordu.

 Ama sonra fark ettim ki; ben kendimle ilgilenirken Allah’ı unutmuşum. Ona sığınmam, ondan yardım istemem gerekirken her şeyi kendi başıma çözmeye çalışmışım hem de kendi kendime yetemiyorken.

 Bir gün odamda utanarak ellerimi göğe açtım (utanarak çünkü o zamanlar, dua ederken Allaha eziyet ettiğimi düşünürdüm) ve “Allah’ım, ben bunları hak edecek ne yaptım? Benim günahım neydi? diye isyan etmeye başladım.

Ve sonunda “ eğer escinselliğim bir günahsa benim canımı al, yaşamak zor geliyor. Yok, eğer değilse bana yardım et, lütfen, dedim. Her şeyin rüyamda netlik kazanacağına inanmıştım. Düşünmüştüm ki rüyamda Allah benimle konuşacak. Ama farklı oldu. Farklı şeyler gördüm. Tam hatırlamasam da şeytanla ilgili olduğuna emindim.

 Sabah kalktığımda, artık son günlerimi yaşadığıma emindim. Twitter’da bir kaç tweet atayım dedim. O sıralar “geykedi” diye birini takip ediyordum. Ama çok da sıkı takip etmiyordum.
Yazdığı yazıları okumuyordum. O gün içimden ona bir göz atmak geldi ve yazdıkları çok iyi geldi bana. İçimi açıldı. Neden bunları önceden okumamıştım ki?
 Bir de link vardı isminin altında. Bloguydu sanırım. Blogun tam ne olduğunu bilmiyordum ama yazmakla ilgili olduğunu biliyordum. Bloguna tıkladım.

Aman Allahım ben nereye geldim böyle? Neden önceden bu yazıları okumadım diye hayıflandım.  Yazdıkları çok güzeldi. Yüzüm gülümsemeye o kadar hasretmiş ki; okuduklarım çok iyi geldi bana

Mutlu olmuştum. Geykedi dolanıyordu aklımda. Birden, mail adresinin de olduğunu gördüm. Belki yardım eder, diye düşündüm. İçimi boşaltacak kadar olmasa da bir şeyler yazdım ona.

 Ve içimden bir ses, hayatımın o mesaja bağlı olduğunu söylüyordu bana. Her dakika, her saat girip bakıyordum, mesaj kutuma. Ama geykedi’den ses yoktu.  Bana cevap yazmayacağını düşündüm ve artık mesaj kutusuna bakmayı bıraktım. Hala biraz umudum vardı ama bundan da nefret ediyordum. Hatırlamak bile istemiyordum ve bir sure sonra beklemekten vazgeçtim.
 Sabah erken kalktığım bir gün, okula gitmedim ve oturdum bilgisayarın karşısına Haberlere göz gezdirdim ve sonra mesaj kutuma baktım. Orada, gelen kutusundaki ismi görünce gözlerim doldu. Ellerim titredi nedenini anlayamasam da. Öylece bakıyordum, açmadan.
Hadi oğlum, tıklasana, bakalım ne yazmış diyen içsesime itaat ettim sonunda ve tıkladım. Nasılsa  o isime bakacak çok vaktim olacaktı sonradan.

Geç yazdığı için özür diliyordu. Kısa yazmak istemediği için bekletmiş. Oysa onun sadece yazması bile bana yetmişti. İlk mesajı beni böyle mutlu etti, işte. Özgüvenimi arttırdı.

Ff’den Bir kaç link gönderdi ama tam okuyamadım ama hemen cevap yazmak istedim. Bu şekilde yazarken ve onu okurken, birden fark ettim ki; hayattayım ve  kendimden memnun haldeyim.

Her gün yazıyordum geykediye. Kafasını s*ktiğimin farkındaydım ama o çok iyi geliyordu bana. Benim meleğim olmuştu. Sanırım onunla iyi arkadaş olduk. Benim için o kadar önemli ki, bunu  kimse anlayamaz. Sevgilim gibi desem değil, ağabey gibi desem değil, babam gibi desem değil. Tanımlayamıyorum işte.

 Sahiden de onun bir melek olduğunu düşünüyorum. Ben onu kendi dünyamda, Tanrı katına çıkartıyorum…

Çok gevezelik ettim ama şu anda biliyorum ki; bulunduğum yol benim seçimim değil, bana verilen yolmus ve bu yolda yurumeye mecburum. Benim yolum cok eğlenceli. Geykedi o yolu, rengarenk bir yol yaptı.

İlk nefesimi doğduğumda aldım ve her bebek gibi “yaşıyorum” diye avaz avaz çığlık attım ve buna sevindim. Ama zamanla bu sevinci, öfke ve ağlamalara dönüştürdüm.

İkinci ilk nefesimi ise; o mesaj geldiği zaman aldım. O zaman bunu hissedemedim ama şimdi fark ediyorum ki; ikinci ilk nefesimi de yine sevinçli ama aynı zamanda sakin gözyaşlarıyla almisim…