Search This Blog

Wednesday, December 14, 2011

Acıların gay'iyim


Geçenlerde diş doktorunda oldum. Aslında hiç korkmadan gitmişdim. Gülümseyerek hatta. Okadar iyimseldim yani oraya giderken. Röntgende falan ne dedilerse yaptım. Sonra benim bu yakışıklı doktor bir şeyler  söylemedi ve dişimde bir şeyler yaptı. Naslı acıydı analtamıyorum. Bağırmıyorumda. Arkada kıllı bir yakışıklı vardi ya yapamazdım ki. Ama acıdan şimdi düşüp ölüceğimi sandım. Doktoru içimden bildiğim tüm küfürleri ediyorum. Artık yakışıklı değildi gözümde.
Akşam daha beter oldu ağrı. Sadece dişimle kalmadı ki, kulağım ve başım da onalra eşlik etdi. Böylece asla tadamayacağım acı verdiler bana. Ben acılar içinde kıvrılırkenonlar beni yenmeyi düşünüyordular sanırım. Ben hiç yenilir miyim ayol? Kocaman acılara kol kanat geldim ki ben. Ama farklı acı işte. Meğerse 2 nevi acı varmış. Ben kendi içten olana cılarımı daha çok seviyorum. Onalr ölmüyorlar. Seninler sona kadar gidiyorlarş senin bir parçana dönüşüyorlar. O kadar alışıyorsun ki, artık gitmesin hep seninle kalsın istiyorsun.  Maalesef diğerli öyle değil. Geldiği gibi de gidiyor. Hiç nasıl oldugunu hatırmalıyorsun sadece aklında aci vardı diye kalıyor...

Tuesday, October 18, 2011

ÇOK YORULDUM…



Bazen insalarla ilgili bilip bilmeden kötü-kötü konuşuyorum. Ya aslında tanımıyorum bile o kim. Belki de birileri onunla ilgili bir şey demişte o yüzden. Benim kendi iradem yok ki. Çok sevdiyim biriyle iligli birileri bir şeyler söylese ben hemen o kişiye karşı soğuycam. Araştırıb etmeden doğruluğunu. Belki de doğrudur ama bir kişo mğkemmel olamaz ki. Her kesin bir sorunu vardır kesin ki, bud a aynen öyle.
Kimle konuşuyorum ki ben? Burdan söylüyorum diğer taraftan unutuyorum. Kafam alak bulak. Her şey karıştı bir-birine. Hangi problemimi hall edicem bilemiyorum. Hayallerim gerceklerle, mutluluğum kederimle falan filan hepsi karma karışık içerilerde. Bazen bakıyorum da saatlerle konuşmamışım. Halbuki kafam ağrıyor sesten. Meğerse az önceki sesler benim içimde kopan fırtınanın yan etkisimiş.
Pazar gibi ya.
Dertlerim her biri bir yerlerden çıkıyor  “once beni hall et”?  Benim bunları düzenlemem gerekiyor ama. O kadar yoruyorlar ki beni takatim kalmıyor. Böyle işte kafayı yerim. Zaten son zamanlar kendimle de çok konuşmaya  basladim. Artık kafamdaki seslerin yüzünden hayal kurmadığım için dilime döküyorum.
 Buluşmak istediğim insalarla buluşuyormuşum gibi yapıyorum. Kendimi görmek istediğim yerlerde görüyorum.. Ama bunlar hepsi hayallerimin dış vurması. Artık gerçek ve hayali karıştırıyorum. Evde “ah biliyormusun ben bugun kimle görüştüm?” diye sormak istiyorum ve tam o zamanada ağzımdankı lafı yutuyorum. Çünki hiç kimseyle bulusmadim ben kendi kendilimyde konuştum onunla. 
Yoruldum artık ya. Çook yoruldum…

Tuesday, October 11, 2011

Fırtına


Hayatda herşey ola biliyor demek ki. İnanamyacağın, “yo, hayır ben yapmam” dediklerini hiç bilmeden bile yapıyorsun. Sonrada bide bakmışsın ki sende içeridesin.


Kendimi kayb ediyorum. Tam buldum çıkarıyım derken yine kayıyıorum ellerimden. Zayıf mıyım ne?


Bir şey oluyor hiç düşümeden mutlu oluyorum. Sonunu merak etmiyorum. Yalnış mı doğru mu diye merak etmiyorum. Hemen mutlu olamaya çalışıyorum. Neden peki? Buna ihtiyacım mı var o yüzden mi?


Artık insanlardan soğuduğumun farkına vardım. Fazla muhabbet edemiyorum. İnsanların yüzüne bakamıyorum. İğreniyorum. Suratlarına tükürmek istiyorum. Ama tam aksini yapıyorum. Onlara gülümsüyorum. Onları aldatıyorum. Böyle intikam alıyorum. Sanırım kendimce. Onlarda sen ne kadar pozitif birisin diyorlar bana. Hiç problemlerimin olmaması onları merakta bırakıyor.


Yada hayata karşı direniyorum. Onun tüm verdiyi ve vermeğe devam etdiği acılara rağmen direniyorum. Hani eski bir hikaye vardı. “ bir çiçek gereksiz yerde bitiyor. Ve rüzgar ona burada bitemezsin, çık git diyor. Ama o gitmiyor. Duruyor. Rüzgar ben işimi bilirim diyor ve hemen işe başlıyor. Fırtına koparıyor. Çiçek dayana bildiği kadar dayanıyor. Ama çok kısa. Bunu kendisi de biliyordu. Ve fırtınaya dayanamayıb uçub uzaklara gidiyor....”
Ben de dayana bildiğim kadar dayanıcam. Savaşmadan kayb etmiyeceğim.. Ben de  fırtınamda uçub gideçeğim...

Thursday, September 29, 2011

Eskileri karıştırdım


Evet biliyorum hafızam kötü. Unutuyorum işte. Yapılacakları, hatıraları, insanları hatta düşündüklerimi bile unutuyorum.
Bugün eskileri karıştırdım ve:
Kaç zamandir bir “arkadaş”ı unutmuştum. Aklıma geldi. Ne kadar özlediğimi anladım. Onunla ilgili olan hatıralarımı pek hatırlmasamda onunla konuşurken nasıl bir rahat olduğumu hatırlıyorum. O huzuru, o sakinliyi, o eylenceyi arıyorm sanırım.
Unutmuştum. Daha mı güzeldi karar veremiyorum?
Hatırlar acı da olsa tatlı da olsa hatıradır. Ve bazen aklımda kala biliyor. Onunla yaşadıklarımda pekte çok kötü hatıra yok. Aslında sanırım hiç yok. Kavqamız bile bir kaş satır gideri. Ama sonunda tatlıya bağlanırdı. Unutulurdu. Meğerse benim için unutuluyormuş. Hani benim hafıza zayıf ya.
Bu kadar hatıra bırakıpta gitmek kolaymış. Yada gitmesine izin vermek kolaymış. En azından “dur, gitme” deye bilirdim. Belkide bunu bekliyordu. Ama gidene dur denmez ki.
 Kendime bakıyorum da bir yerden giderken hep birinin “gitme, dur” demesini beklerim. Eğer ben bekliyorsam büyük olasıkla diğerleride bekler. Belkide böyle demeliydim. Ama ne fark eder ki geçen geçmiştir. Zaten zaman geriye aksada aynı şeyi yapardım sanırım.
Ama ona gitdiği için nefret etmedim. Pek saygıda duyduğum sayılmaz. Elbette üzüldüm ama zamanla kabullenip anlamya çalıştım.
Ben bu yazıyı o görsün, duygulansın ve geri dönsüm diye yazmadım. Hem dönse bile aff ede bilri miyim bilemiyorum ki? Sadece içimden geldi, yazmak zorunda oldugumu düşündüm ve yazdım...


Tuesday, September 27, 2011

Masum.



Sınıf arkadaşlarımdan, okul arkadaşlarımdan o kadar sıkılıyorum ki. Bazen nefret etdiğimi düşünüyorum…
Her gün eşcinseller için hakaretler ediyorlar. Sevmedikleri birine ibne diyorlar. Dalga geçiyorlar.
Erkekler için en kötü argo kelime sanırım.
Her gün benim yanımda konuşuyorlar. Sanki inadına yapıyorlar. Ben de görünüşe bakılırsa susuyorum. Ama içten haykırıyorum. Gücüm bu kadar işte. Yapa-yalnız kocaman okulla baş edeme ki…
Her şey çinsellik değil ki. Cinsel hayat neden bu kadar göz önünde? Masumum ben.
Ya bırak arkdaşlarımı, öğretmenler bile kelimelerinden nefretini yansıtıyor.
Bir nevi hapishane okul benim için. Başka biri olmak zorunda oluyorum. 6 saat boyuna bir “erkeğe” dönüşüyorum. Kendiliyimden çıkıyorum. Onlarda beni o kişi olarak beğeniyor seviyorlar.
Arkdaşlarımın ısrarla “neden kimseyle çık mıyorsun?” sorusu yodru artık beni.
Geçen sene bir hata yaptım hala da cezasını çekiyorum. Bir kız vardı.  Güzel kızdı. Ama sadece güzeldi. Ona karşı başka bir şey yoktu içimde. Arkadaş ola bilirdim belki. Ama aşk asla.
Işte o kızlar arkdaşlarım aramı yaptı. Zaten numarasını bile almıyordum. Okulda mektublaştık bir defa. Onun mektup gelince acayip heycanlandım. Niye bilmiyorum bir önemi yoktu ki, benim için. Herneyse okuduktan sonar kısa bir cevap yazdım. Hatırlamıyorum verdiğimi. Sanırım vermedim bile. Sonar tatil falan darken unutdum onu. Onun da beni unutduğunu sanıyordum ama bu sene okulda bakışlarından  pekte unutmuş gibi durmuyor. Ne yapacağmı şaşırdım. Rahatsız oluyorum. Mutlaka bu işten kurtulmalıyım!!! Onun günahı yok ki. O, masum.

Sunday, September 4, 2011

Babamı öldürdüm...


                                                      

Bilmiyorum, babama karşı hep bir soğukluk hissettim. Sanırım sevmiyorum onu. Ama babam o benim. Baba nasıl sevilmez ki? Hem sevmememi gerektiren bir şey de yok ki ortada. Öylesine sevmiyorum işte.

Her hareketi beni gıcık ediyor. Benimle inatla konuşmak istemesine rağmen sorularına ya cevap vermiyorum ya da bağırarak cevap veriyorum. Evet, biliyorum doğru değil, babama karşı yaptığım. Ama elimde değil. Aslında babam beni sever. Kardeşlerimi de sever. Ama onlara gösterdiği ilgiden daha çoğunu bana gösterir.

Ne babam ne de annem bizi asla dövmedi.
 Ama annem arasıra bize bağırır ya da çimdik atardı. Bağırması bile babamı kızdırır. Hiç laf söyletmez bize. Ama bilmiyorum işte, bana yaptıklarına karşı; sanırım onu sevmiyorum. Ara sıra bana bir şey alınca seviyormuş gibi oluyorum. Zaman geçince bunun gerçek bir sevgi olmadığını fark ediyorum.

Annemin söylediğine gore; daha çocukken bile sevmezmişim onu. Onun tarafını asla tutmuyor, ona yakınlık göstermiyormuşum. Beni kandırmak için hediyeler falan alıyormuş.

Düşünüyorum da “ben eşcinselim” desem annemden çok babam buna saygı duyar. Çok net bilemiyorum ne yapacağını ama benden nefret etmez ve beni dövmez, bunu biliyorum.

Ona haksızlık yaptığım net olarak görünüyor. Gerçekten de o iyi bir baba. Bunu çoğu kişi dedi bana. Hem kendim de kör değilim, görüyorum bunu. Ama onu sevmek, sarılmak gibi bir his gelmiyor içimden. O sarılmak isteyince ben de mecburen sarılıyorum. Ama hiç içten olmuyor bu sarılış.

O bunu anlıyor mu acaba? Onu sevmediğimi görüyor mu? Nelere hissettiğini çok merak ediyorum. Tahmin edebiliyorum da. Üzülüyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Her defasında kendime söz veriyorum “ babam gelince ona güleceğim ve konuşmaya çalışacağım” diye ama olmuyor. Uzun bir yolculuk yapsak beraber, hiç konuşmadan gidiyoruz. Ne soru soruyorum ne de sorularına gerçekten cevap veriyorum. Bazen bir şeyler sorduğunda; kısa kısa cevaplar veriyorum.

Sahiden de babamı sevmiyor muyum?


Sunday, August 28, 2011

İşte ayaktayım


“Kırmak mı kırılmak mı?” deseler kırılmağı seçerdim. Birini kırmak  benim istemeği düşüneçeğim türden bir şey değil. Zaten her iki şartta üzgün olucağım. Ama diğerinde daha çok vicdan azabı da çekeçeğim. Daha kolayı bence kırılmak. Hakketen de kolay. Oğle kolay kırılıyorum ki anlatamam. Ya ben bunu aslına sevmiyorum. Kırılgan da olmak istemiyorum. Bıkıyorum artık. Ama değişmek elimde değil. Hem belkide değişmeyi istemiyorum. Benim ben eden karakterleri niye değişeyim ki? Dursun öyle orda.
 Bu kırıklıklar zamanı kimseye bir şey belli etmek  bana uygun değildi. Hep kırıldığım zaman daha bir dik gezerdim. “işte dimdik ayaktayım” demek isterdim. Ama içten bakarsan paramparçaydım. Ama zamanla her şeyi belli etmeye başlatım.
Çoğu zaman acımı belli etmiyorum. Sevmem. Ben daha çok gülümsemeyi severim. Yakışıyormuşta. Ama sertlikte yakışsaydı sert olucak değildim.
Hep derim hepte diyeçeğiçm sanıyorum hayatı seviyorum. Acılarıyla da seviyorum. Acısız hayatın ne anlamı kalırdı ki?

Friday, August 19, 2011

Tek istediğim rahatlık


Benim ihtiycamı olan tek başına tatil. Sakinlik, sessizlik  ve ben. Böyle orman içi falan olsun. Yada yağmurlu sakin bir şehir. Arabalar falan olması korno seslerine tahammülüm yok. Telefonlar çalmasın. İnsanlar sakin sakin konuşsun. Sokakta gezerken kimsenin kavgasına sırf merak için acaba hangisi dövücek diye toplaşan salak insanlar olmasın. Sakin müzikler çalınsın. Güzel bir notlar döken parmaklara hayır diyemem.
Ama gitdiyim yerde öyle bir yer olsun ki onların dilinde konuaşamayım. Insalarla daha farklı yollarla konuşmak isterim yada susarım, bilmem. Ama yinede dilini bilmediğim tanımadığım bir yere gitmek istiyorum. Çok mu şey istiyorum bilemiyorum...

Sunday, August 14, 2011


ANNEMİ ÇOK SEVİYORUM

Bugün Bakü’ye gitmem gerekti. Yolda giderken, öylece dışarıyı izliyordum. Sessizce etrafı izlemek o kadar zevkliydi ki.

Dönüş yolunda, Europa Hotel’i gördüm. Buradan nefret ederim çünkü ben çok küçükken aklımda kalan bir anı var burayla ilgili. Bu anı, benim hatırımda nasıl kaldı anlamıyorum çünkü onu yaşadığımda kendimi bilemeyecek kadar küçüktüm. Sanırım, ailemin anlattıklarıyla bir şekilde kaldı hafızamda.

Ben küçükken bu otelin önünden arabayla geçerken birden arabadaki herkes dışarı bakıp, gülmeye başladı ve ben bir şey görmediğim içim anneme sordum neye güldüklerini. Annem de gülerek “etekli erkekler vardı yolda. Polisler gelince hepsi kaçıştı” dedi. Bu, bana pek de komik gelmedi ama ben de sırf onlar da güldüğü için güldüm o anda.

Oradan her geçişimde aklıma bu geliyor ve sinir oluyorum. O etekli adamlardam nefret ediyordum, eşcinsel olduğumu henüz keşfetmemişken. Bunun olacağını bilsem acaba kendimden de nefret eder miydim?

Ben travesti değilim ama sonuç aynı değil mi? O oteli gördükten sonra bir daha emin oldum ki; aileme kızmamalıyım.

Sonra bir anı daha geldi aklıma. Bugün hep anılar aklımda. Ben küçükken, annem beni bir kaç defa saçıma uzun saç gibi görünecek bir şeyler takarken yakalamıştı. Aslında peruk değildi de ben hayalimde onu peruk yapıyordum. O zaman bana önceden izlediğimiz bir filmi hatırlatmıştı.

 Filmin adını hatırlamıyorum ama bazı sahneler aklımda. Filmde bir erkeğin kadına dönüşmesinden bahsediliyordu. O filmi bulsam yine izlemek isterim. O filmdeki erkek gibi olursun demişti, bana. Ben de korkmuştum.

Bir kaç gün sonra televizyonda Kuşum Aydın’ı, Fatih Ürek’i görmüştük (eğer yanlış hatırlamıyorsam). Annem bana “bak bu hale mi düşmek istiyorsun?” diye sordu. Tabii ki bu cevabı beklenen bir soru değildi.  Sorduktan hemen sonra kendisi konuştu ve cevabımı beklemeden “vallahi baban öldürür seni duysa”  dedi.

Ben de o günden sonra, bir daha öyle şeyler yapmadım. Çocuktum neticede.  Şimdi düşününce çok garip geliyor bana, salak gibi hissediyorum kendimi. Ama ailemi dinlemiştim, işte. Başka ne yapabilirdim ki?  Çocuktum sonuçta.

Aileme eşcinsel olduğumu söylesem; o kelimenin ne anlama geldiğini anlayacaklarını bile sanmıyorum. Onlar için yalnızca “mavi” kelimesi var. Başka kelimeler de olduğunu anlatmak çok zor. Ama bir gün annemin Prayer for Booby’i izlemesini isterdim.

Ben böyle konuştum diye, annemin kötü bir kadın olduğunu düşünmeyin lütfen. O, kötü bir insan değil. Bu sadece benim görüşüm de değil üstelik, herkes onun içim böyle düşünür.
Ben annemle konuşmayı severim hele okuduğumuz kitaplarla ilgili sohbetlerimize bayılırım.

Bir gün bahçede yalnızdı ve  fasulye ayıklıyordu. Ben de yanına gittim, sohbet etmek için. Öylesine havadan sudan konuşuyorduk. Gençliğinden bahsetmesi bana çok eğlenceli gelir hep.
Işte o gün yine gençliğinden bahsederken birden dedi ki, “ ben eskiden gelecekle ilgili tek bir şey hayal ederdim. O da çocuklarımı gerçekten anlayabilmek”.
O anda, içimde bir umut ışığı yandı. Eğer söylersem; belki beni anlamaya çalışır, diye düşündüm bir an. Tam da zamanıydı aslında. Ama susmayı seçtim.

Yine de ara sıra o sözleri aklıma geldikçe gülümsüyorum, bu umut ışığı gülümsetiyor beni.
Tek bildiğim, annemi çoook sevdiğim <3

Saturday, August 13, 2011

Sürpriz


Bir günü sonuna kadar mutlu geçirebilir misin?

Ben kendi adıma konuşayım; Hayır!
Bir yerden biri çıkar ve seni ezer. Mutluluğunu mahfeder. Ve bu ona o kadar zevk verir ki. Bir insanın canının acıması diğerini mutlu ediyor. Biz böyle bir dünyada, böyleriyle yaşıyoruz işte.

Evet ben o adamı sevmeyebilirim hatta nefret de edebilirim. Ama bu onun acı çekmesinden mutlu olacağım demek değildir. Böyle bir şey beni asla mutlu etmez. Hem de asla.

Şunu herkesten duydunuz bugüne kadar ama bir de benden duyun: İnsanlar çok tuhaf
Gerçekten öyle. Niye ben etrafımdaki herkesi kendim gibi görüyorum? Bu yüzden de insanlara güveniyorum. Ne kadar “kimseye güvenmiyorum ben” desem de; güvendiğim ve inandığım insanlar var. Ve bu çok güzel bir duygu. Aslına bakarsan çoğu duygu güzel, gerçekten hakkını vererek yaşarsan eğer.

Her darbeden sonra artık insanlara yardım etmeyeceğim, diyorum. Bugün yine dedim ve bu sözün üzerinden daha bir kaç dakika geçmeden birine yardım ettim yine.
Bakalım bunun “sürprizi” ne olacak?

Thursday, August 11, 2011

Karar


Her gün yeni bir karar alıyorum. Bazen bu kararlar daha önce aldığım kararların tam tersi olabiliyor, her zaman olmasa da.

Aslında zor olan bence kararı almaktır. Çok düşünürsün, taşınırsın. Ve sonunda bir sonuca varabilmek büyük başarıdır ama ben bazen bunu yaşayamıyorum. Gerçi buna sebep çoğu kez hafızamın zayıf olmasından ileri geliyor.

Her şeyi hatırlayamam ama bazen de öyle gereksiz şeyler aklımda kalır ki; deli olurum. Ben bazen ne düşündüğümü bile unutuyorum. Kararımı bile unutttuğum oluyor. Her neyse, konu hafıza değil kararlardı.

Bugüne kadar aldığım en büyük karar neydi, diye düşünüyorum da. Yanıtım hazır: Eşcinsel olduğumu anladığımda, bu halimle yaşamaya karar vermedir. Kararımda ısrarlı mıyım?
Bilmem. Bazen öyle oluyor ki bu kararımdan bile bıkıyorum. Evet bıkıyorum. Ben çabuk yorulan biriyim aynı zamanda. Bir şeyi yapmayı istiyorsam hırsım, ihtirasım onu alıncaya kadardır. Ama bu “bıkmak” denen illet insana düşman.

Bazen insalardan da bıkıyorum ama bu herkes için geçerli değil tabii. Düşünyorum da; eğer birinden bıkıyorsam, onu çok sevmemişimdir. Çünkü bıkmadığım bir sürü insan var  hayatımda. En çok da internet ortamında yaşarım bunu. 2-3 gün konuşurum sonrasında bıkarım. Ama orada da gerçekten sevip, hiç bıkmadığım insanlar var.

Internet ortamında birini seviyorum (arkadaşça) dediğimde; herkes bana gülüyor. O ortama güven olmaz diye bir kabullenme var herkeste. Soruyorum o insanlara; biri sana kötü bir şey mi yaptı, güvenini mi kırdı? Genelde cevaplar hayır olsa da sadece güvenilmez diyip çıkıyorlar işin içinden. Bir insanı sevmek için sanal veya reel ortam ne fark eder ki?

Hissediyorsan kalbinde o sevgiyi, gerçek budur bence. Hem sanal olmayan hayatta seçtiklerimiz çok mu güvenilir oluyor? Ben bugüne kadar güvenimi sarsacak birini görmedim sanal ortamda ve görmeyeceğime de inanıyorum. Haa, gider olur olmaz adamlara güvenirsen, elbette canın yanar ama tanıdığın, yakın olduğun birisine güvenmenin ne zararı olabilir?

Güvenmek iyidir. Sevgiyi, yalnız olmadığını hissettirir insana. Kimseye güvenmiyorsan; yalnızsındır. Sadece bir kişiden kazık yiyip bütün insanlara karşı güvensizlik besliyorsan; kaybeden bil ki sen olursun.

Wednesday, August 10, 2011

Her şeyin iyi olacağını hissediyorum


Ben mutlu biriyim. Bildiğiniz mutluluk işte. Artık kederleneceğim bir şey de yok.
Hem neden olsun ki?

Artık kendimi yalnız da hissetmiyorum. Çünkü benim arkadaşlarım var. Hem de çok arkadaşım var. Sevgilim yok ama sorun değil. Zaten şu sıralarda hiç çekemem sevgiliyi. Sevgilim olsa; onunla her gün konuşmam gerkecek ve bir de bakacağım ki; hiçbir şey yapamadan sınav vakti gelmiş.

İşte o zaman ölürüm ben. Çünkü bu sınava çok iyi hazırlanmam gerekiyor. Her gün okuyacağım,  testler çözeceğim. Hocanın verdikleriyle yetinmeyip daha fazlasını yapacağım. Aklıma koydum, kararımı verdim.

İnternete de girmeyeceğim, telefonumu bile değiştirip, interenete bağlanmayan, mp3’ü bile olmayan bir şey alacağım. Romanlarımı saklayacağım ki içlerine dalıp, kaybolmayayım.

Yani fedakarlık edeceğim, yapmak istediklerimi beklemeye alacağım. Ama bu emeğimin karşılığını da göreceğim İnşallah. Türkiye’ye okumaya gideceğim.

Bugüne kadar  ailemi hep mutlu etmek istedim, onların istediği bir yerde okuyacağım, bunun bana zararı olmaz ki. Ağabeylerimde bunu yaşayamadılar ama ben onların yerine de  kazanacağım ve ailemi mutlu edeceğim.

İnşallah Tıp Fakültesini kazanırım. Ailem de bunu istiyor, ben de öyle. Eylül ayından itibaren artık yapacaklarım sadece okumak ve ibadet etmek olacak. Birisiyle herhangi bir ilişki olmayacak, filmler olmayacak.

Tabii ki kolay değil ama alışmam gerekiyor. Hem ben zoru seviyorum, çaba harcamayı seviyorum, bu beni çok mutlu edecek biliyorum. Hatta şimdiden heyecanlandım işte.

Kendime bir hedef koyduysam, bunu yapmak daha kolay oluyor. Umarım her şey yolunda gider ve hedefime ulaşırım.

Her şeyin iyi olacağını hissediyorum. Ama bir yandan da sonun iyi olacağına hiç inanmıyorum. Neyse sona daha çok vakit var. Öyle değil mi, daha çok var???

Benim beni "ben" olarak kabul etmeyem ailem var


Bir program var televizyonda. Popstar gibi. Secimleri devam ediyor hala. Ve bir gay geldi. Durusundan, konuşmasından ve giysilerinden gay olduğu çok açık.

Tam o sırada, bir ses duydum içeriden, kimden geldiğini tam kesdiremedim ama diyordu ki; “böyle bir oğlum olsaydı; onu kendi ellerimle öldürürdüm”. Sesin anneme ait olduğunu, yüzündeki ifadeden anladım. Yüzüm kızardı, açık vereceğim diye çok korktum ve ışık hızıyla odama gittim.

O sözler uzun zaman önce soylenmişti ama hala kullaklarımda çınlıyor.
Annemi seviyorum. Hem de çok. Ama zaman geçtikçe evdeki herkesten, annem de dahil nefret ediyorum.

Beni “ben” olarak kabul etmeyecek birilerini neden seveyim ki? Sadece dünyaya gelmemi sağladıkları ama sonrasında olduğum gibi kabullenmedikleri halde mi? Onları sevmem o kadar zor ki. Biliyorum hatta eminim bundan; beni olduğum gibi kabul etmeyecekler.

Bu ne kadar zor ve aynı zamanda kötü bir durum biliyor musunuz? Bunu ancak gay isen bilirsin. Ama bu bana engel olmayacak. Beni sevmeyeni ben de zamanla unuturum. Sevmem. Zaten unutmak dediğin o kadar da zor değildir.

Biliyor musunuz, şunu hep derim ve diyeceğim de; insan bir kez gerçekten isterse, en imkansızı bile mümkün kılabilir. Tabii her şey istemekle olmuyor. Çaba harcamak ve en çok da inanmak gerek.. Ağız “bal bal” dedikçe tatlı olmaz ya, o misal işte.

Hayallerim var. Onları gerceklestireceğim. Hep hayallerim oldu benim ve bana bu dayanma gücünü veren şey belki de hayallerim. Onların bir gün gerçek olma umudu.

Gerçek olacaklar, ben gerçekleştireceğim Tek yardımcım Allahım olacak, ailem değil.
Ailem en zor zamanımda yanımda olmayacak, bunu biliyorum. Olsun, aldırmıyorum.
Ama biliyorum ki; bir gün bana muhtaç olacaklar. İşte o günü sabırsızlıkla bekleyeceğim.....

Sunday, July 31, 2011

Yalnızlıklarımın temeli

Yalnızlıklarımın temeli

Kardeşlerim...
Benden büyük iki abim var. Sanırım onları seviyorum. Ama beni pek umursamazlar. Küçük olduğum için desem doğru olmaz. Yaş farkımız çok da fazla değil aslında.

Ama küçükken onlarla hep kavga ederdim. Onlar ikisi hep konuşurlar, sohbet ederler ama beni aralarına almazlardı. Ben yokum gibi davranırlardı oysa ben de onlarla birlikte olmak isterdim. Benimle alay ederlerdi; ya saçımla, ya giyimimle ya da; ne bileyim işte, mutlaka bir şey bulurlardı.

En çok dalga geçtikleri şey de konuşmamdı. Büyüklerimin de bazen bu konuda alay konusu olurum. Konuşmam çok hızlıdır. Çoğu kişi anlamaz, hep tekrar etmem gerekir söylediklerimi. Küçükken, ne zaman beni anlamasalar, kızar ve tekrarlamak istesem de sesim hep boğuk ve ağlar gibi bir sesle çıkardı, hiç anlaşılmazdı.

Çocukluğumdan içimde kalan bir şey de; bisiklete binmeyi hala bilmeyişimdir. Abilerim birlirler. Bir gün babam, büyük abime bir bisiklet aldı. Dört tekerlekliydi, çünkü yeni başlıyorlardı ve babam bisikletin arkasından tutarak ona yardım ediyordu. Sonra küçük abim bindi bisiklete sonar büyük abim yeniden ve bana hiç sıra gelmedi.

Ama bekledim. Çünkü çok severdim bisikleti. Bisikletle diğer çocuklara hava atmak istiyordum, ama atamadım işte. Sonra büyüdük ve bir bisiklet daha geldi. Bu sefer daha büyüğü.
Balkonda dururdu hep. Onlar okuldayken; ben çıkıp selesine oturur ve onu sürdüğümü hayal ederdim. Ama boyum da pek yetişmezdi binmeye kalksam.

Bir defa abim, sokakta oynarken, beni cağırdı. Bisikleti bana vereceğini düşünerek nasıl heyecanlandım anlatamam. Koşa koşa gittim (mahallede en hızlı koşan çocuk bendim bu arada). “Al Ali, götür bunu eve” dedi bana. Bunun ne demek olduğunu biliyordum; bisikleti eve götürmek demek, üzerine binmeden, direksiyonundan tutup, sürüklemek demekti. Hoş binmeye kalksam da düşerdim ya.

Bisiklet anısı bu yaşadıklarımın sadece bir tanesi. Bazen okulda bana kardeşlerimle neden yakın olmadığımı soruyorlar. Bu soruya cevap veremem ve susmayı tercih ederim çoğu zaman. Aslında bunun nedeninin, abilerimin beni yanlarına alıp, benimle arkadaşlık etmedikleri olduğunu söylemek isterim ama söyleyemem.

Çocuklar kiminle oynarlar? Abileriyle ya da arkadaslarıyla. Benim arkadaşım olmadı hiç. Sarı bir oyuncak ayım vardı ve hep onunla konuşurdum. Abim gelince kizardı bana, neden oyuncakla oynuyorsun, diye. “Kız mısın oğlum sen?” derdi bana.

Sonra bir gün o ayıcığı kaybettim. Annemin başının etini yemişlerdi belli ki; saklamıştı onu. Geçenlerde onu buldum ve öyle sevindim ki…

Peki, sevmez miydi beni en büyük abim? Tabii severdi. Sokakta birinin sataştığını görse (o görmese ben asla seslenmezdim) gelip beni korurdu. Bu sayede benim onun kardeşi olduğumu bilirler ve bir daha asla sataşmazlardı. Böyle korurdu beni, severdi de aslında; bunu hissediyordum.

Ama keşke bana daha yakın olsaydı, gerçekten abilik yapsaydı; o zaman bu kadar yalnız hissetmezdim kendimi.

Saturday, July 30, 2011

Ama Ben Onları Çok seviyorum...

Benim hayatım şu şekilde ikiye bölündü: Kediden önceki ve kediden sonraki hayat.
Bazen kediden onceki zamanlarda yazdıklarımı da okutacağım size ki; kedinin beni nasıl değiştirdiğini göresiniz. Kedi bana bir site önermişti. Eğer önerdiyse iyi bir yerdir dedim ve hemen üye oldum.

Cennet gibi  yerdi. Nasıl da iyi arkadaşlar edindim orada. Bir türlü inanamıyordum. Kendi kimliğimle üye olmuştum oraya. Utanıyordum da. Bir çok şeyi anlamaz ve gülen surat koyarak anlamış gibi yapardım. Çünkü “anlamadım” dediğimde bana gülüyorlardı.

Her kesi konuştukca çok seviyordum. Ya tabi bazen sinir bozucu kişilerle de karşılaşıyordum ama iyi insanların etkisi diğerlerini bastırıyordu. Onları umursamıyordum. Ama fark ediyordum ki; hep erkeklerle arkadaştım. Bir kızla pek arkadaşlık etmezdim.

Ama bir gün, bir melek BIG IN JAPAN adlı şarkıyı yayımladı. Serdem beğenmişti ve bu çocuk beğenmişse iyi bir şeydir , bir bakıyım dedim. Sahiden de harika bir şarkıydı. Yorum yazdım.

Aslısın ile (bu feedi paylaşan kişi) ilk defa orada konuştuk. Abone oldum ona, o da bana abone oldu. Sevindim. Kadın abonelerim vardı ama onlarla pek konuşmuyordum. Ama Aslısın farklı oldu. Mıknatıs gibi çekti beni kendine. Sevdim onu hem de çok, tahmin edilemeyecek kadar.

Böylelikle, hayatımda bir yenilik daha olmuş oldu. Bir kadın, benim yaşama şeklimi bile bile benimle arkadaş olmuştu. Buna pek de aklım yatmıyordu çünkü ben daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim ki. Beni burada da severler tabii ki ama gerçek kimliğimle değil. Beni gerçek kimliğimle seven insanlar bulmuştum, bu site sayesinde. Bunun hep bir ruya olduğunu düşündüm, hala da öyle. Çünkü daha önce hiç yaşamadığım bir şeydi. Ben kim bu kadar sevgi görmek, bu kadar mutlu olmak kimdi?

Aslısın öyle bir insan ki; kelime bulamıyorum, onu anlatmak için. Hangi kelimeyi kullansam onun yanında anlamı kalmayacak ve Aslısın’ı anlatmaya yeterli olmayacak. Balacanımdır o benim. Balacanın da hikayesi şöyle oldu =D

Şimdi ilk defa ben birisine “Abla” diyordum. Aslı’yı da çok seviyorum ya, ona canım ablacım diye hitap etmek istiyorum ya da ablacım. Yazarken çok sakarım ve ona ablacan demek isterken; ikinci harfin yerini değiştirince; “ablacan” yerine “balacan” oldu =) ve fark ettim ki; canımım içi (Aslı) bunu çok sevdi ben de öyle kalsın dedim.

Aslı bazen, beni sevdiğini söylüyor. Buna inanmak istiyorum. Ama içimde bir yerlerde inanamıyorum. Bu sadece Aslı için geçerli değil, oradaki diger arkadaşlar da beni sevdiklerini söylediklerinde; onlara inanamıyorum. Belki inanamadigim şey bunun sahici olmasıdır. Gerçeklere, sahiciliğe pek alisik degilim maalesef. Hep bir maske kullanarak yaşadım.
Hala da maskem var ve bazıları için hep olmaya devam edecek. Bazılarınız, bana ikiyüzlü diyebilirsiniz ama fark etmez. Hakaretlere de alışığım ben.

İnsanlardan tek istediğim, beni anlamaları. Hiç düşünmeden birini kınamak çok kolaydır ve herkes maalesef, hep en kolayına kaçar ya ...
Kolaya kaçmayan ve beni anlayan bu insanları öyle çok seviyorum ki... <3

Friday, July 29, 2011

Aldığım ikinci ilk nefesim


 En baştan başlamak isterim. Kendim olmaya başladığım andan.
Herkes doğar ve bir takım özelliklerle dünyaya gelir. Ama kişiliğini, büyüdükçe şekillendirir, aynı benim gibi. Bende bazı farklılıklar oldu.

Karşıma cıkan insanlar hayatımı öyle bir etkiledi ki ve her şey o kadar çabuk değişti ki; bütün bunlara hala inanamıyorum. Ben herşeyden bıkmış, yorulmuş, usanmış haldeyim. Gözümde hiç bir şey yok ve hiç kimse. Her şeyden nefret ediyorum. Hayallerimden, umutlarımdan, hatta kendimden bile.

Ama hayata aşığım. Böyle yaşamanın ne anlamı var ki? Yani buna yaşamak deniyor sizin dilinizde galiba? Benim dilimde bu ölüme arkadaş kelimerdendir. Ben zaten ölümle arkadaştım, her şeyimle. Göründüğü gibi kelimelerimle bile arkadaştım. İyi arkadaştık. Hatta onun yanına gitmeyi bile düşünüyordum. Onlara taşınmak güzel olurdu değil mi? Ben sadece sakinlik arıyordum. İşte orda bunu bulabilirdim...

 Kafam çok bozuk, aklım yerinde değildi. Hayatı bu kadar sevmeme rağmen bu kadar acı çekmeye katlanamıyordum. Aslına bakarsan acı değildi ki bu. Ben büyütüyordum. En küçük bir şey bile gözümde kocaman oluyordu.

 Ama sonra fark ettim ki; ben kendimle ilgilenirken Allah’ı unutmuşum. Ona sığınmam, ondan yardım istemem gerekirken her şeyi kendi başıma çözmeye çalışmışım hem de kendi kendime yetemiyorken.

 Bir gün odamda utanarak ellerimi göğe açtım (utanarak çünkü o zamanlar, dua ederken Allaha eziyet ettiğimi düşünürdüm) ve “Allah’ım, ben bunları hak edecek ne yaptım? Benim günahım neydi? diye isyan etmeye başladım.

Ve sonunda “ eğer escinselliğim bir günahsa benim canımı al, yaşamak zor geliyor. Yok, eğer değilse bana yardım et, lütfen, dedim. Her şeyin rüyamda netlik kazanacağına inanmıştım. Düşünmüştüm ki rüyamda Allah benimle konuşacak. Ama farklı oldu. Farklı şeyler gördüm. Tam hatırlamasam da şeytanla ilgili olduğuna emindim.

 Sabah kalktığımda, artık son günlerimi yaşadığıma emindim. Twitter’da bir kaç tweet atayım dedim. O sıralar “geykedi” diye birini takip ediyordum. Ama çok da sıkı takip etmiyordum.
Yazdığı yazıları okumuyordum. O gün içimden ona bir göz atmak geldi ve yazdıkları çok iyi geldi bana. İçimi açıldı. Neden bunları önceden okumamıştım ki?
 Bir de link vardı isminin altında. Bloguydu sanırım. Blogun tam ne olduğunu bilmiyordum ama yazmakla ilgili olduğunu biliyordum. Bloguna tıkladım.

Aman Allahım ben nereye geldim böyle? Neden önceden bu yazıları okumadım diye hayıflandım.  Yazdıkları çok güzeldi. Yüzüm gülümsemeye o kadar hasretmiş ki; okuduklarım çok iyi geldi bana

Mutlu olmuştum. Geykedi dolanıyordu aklımda. Birden, mail adresinin de olduğunu gördüm. Belki yardım eder, diye düşündüm. İçimi boşaltacak kadar olmasa da bir şeyler yazdım ona.

 Ve içimden bir ses, hayatımın o mesaja bağlı olduğunu söylüyordu bana. Her dakika, her saat girip bakıyordum, mesaj kutuma. Ama geykedi’den ses yoktu.  Bana cevap yazmayacağını düşündüm ve artık mesaj kutusuna bakmayı bıraktım. Hala biraz umudum vardı ama bundan da nefret ediyordum. Hatırlamak bile istemiyordum ve bir sure sonra beklemekten vazgeçtim.
 Sabah erken kalktığım bir gün, okula gitmedim ve oturdum bilgisayarın karşısına Haberlere göz gezdirdim ve sonra mesaj kutuma baktım. Orada, gelen kutusundaki ismi görünce gözlerim doldu. Ellerim titredi nedenini anlayamasam da. Öylece bakıyordum, açmadan.
Hadi oğlum, tıklasana, bakalım ne yazmış diyen içsesime itaat ettim sonunda ve tıkladım. Nasılsa  o isime bakacak çok vaktim olacaktı sonradan.

Geç yazdığı için özür diliyordu. Kısa yazmak istemediği için bekletmiş. Oysa onun sadece yazması bile bana yetmişti. İlk mesajı beni böyle mutlu etti, işte. Özgüvenimi arttırdı.

Ff’den Bir kaç link gönderdi ama tam okuyamadım ama hemen cevap yazmak istedim. Bu şekilde yazarken ve onu okurken, birden fark ettim ki; hayattayım ve  kendimden memnun haldeyim.

Her gün yazıyordum geykediye. Kafasını s*ktiğimin farkındaydım ama o çok iyi geliyordu bana. Benim meleğim olmuştu. Sanırım onunla iyi arkadaş olduk. Benim için o kadar önemli ki, bunu  kimse anlayamaz. Sevgilim gibi desem değil, ağabey gibi desem değil, babam gibi desem değil. Tanımlayamıyorum işte.

 Sahiden de onun bir melek olduğunu düşünüyorum. Ben onu kendi dünyamda, Tanrı katına çıkartıyorum…

Çok gevezelik ettim ama şu anda biliyorum ki; bulunduğum yol benim seçimim değil, bana verilen yolmus ve bu yolda yurumeye mecburum. Benim yolum cok eğlenceli. Geykedi o yolu, rengarenk bir yol yaptı.

İlk nefesimi doğduğumda aldım ve her bebek gibi “yaşıyorum” diye avaz avaz çığlık attım ve buna sevindim. Ama zamanla bu sevinci, öfke ve ağlamalara dönüştürdüm.

İkinci ilk nefesimi ise; o mesaj geldiği zaman aldım. O zaman bunu hissedemedim ama şimdi fark ediyorum ki; ikinci ilk nefesimi de yine sevinçli ama aynı zamanda sakin gözyaşlarıyla almisim…